Nesne İlişkileri Bağlamında Bebek Ruhsallığının İlk Bir Yılı
Yayın Tarihi: 24.06.2025 • Yazar: Kl. Psk. Özge Erkonan
Kategoriler:
- Psikoterapi
- Yeterince İyi Annelik
- Oral Dönem

Psikanalitik düşünceye göre, yetişkinlikte ortaya çıkan ruhsal zorlanmalar, semptomlar ve ilişkisel örüntülerin kökleri; yaşamın ilk yıllarındaki gelişim dönemlerinde yaşanan takılmalara, anne-bebek bağındaki zedelenmelere, ebeveyn ilişkilenmelerindeki dengesizliklere ve çocukla kurulan ilişkinin kalitesine bağlı olarak şekillenir. Bu erken deneyimler, çocuğun benlik gelişimini, nesne ilişkilerini ve temel güven duygusunu derinden etkiler.
Bu nedenle terapi süreçlerinde ya da gelişimsel psikopatoloji değerlendirmelerinde sık sık yaşamın ilk yıllarına geri dönülür. Çünkü her bireyin çocukluğu; arzularının, çatışmalarının, savunmalarının ve ilişkisel kalıplarının ilk kez şekillendiği alandır.
Melanie Klein’ın geliştirdiği nesne ilişkileri kuramı da, bu bağlamda özellikle erken bebeklik döneminde içsel nesne temsillerinin ve savunmaların oluşumuna odaklanarak, bireyin ileriki yaşamındaki ruhsal yapılanmasını anlamada psikanalitik düşünceye önemli katkılar sunar
Doğum ve İlk Aylar
Bebek, anne karnının korunaklı, sıcak, güvenli ve tam doyum yaratan ortamından çıktığında, bir anda dış dünyanın sayısız uyaranı ile karşı karşıya kalır. Üstelik bu uyaranlar sadece dış dünyadan — sesler, görüntüler, ısı değişimleri gibi — değil, aynı zamanda anlamlandırılamayan içsel kaynaklardan da gelir. Açlık, gaz sancısı, ağrı ya da ten teması eksikliği gibi içsel dürtüler, bebeğin henüz adlandıramadığı ama bedeninde yoğun biçimde hissettiği birer kaygıya dönüşür.
İşte tam da bu noktada, birincil bakım verenin(annenin) işlevi belirleyici olur. Bebek, dış dünyaya doğrudan uyum sağlayamaz; ancak bakım verenin düzenleyici, yatıştırıcı ve aynalayıcı varlığı aracılığıyla dünyayı tolere edebilir hale gelir. Bu ilk temaslar, sadece bedensel ihtiyaçların karşılandığı anlar değil, aynı zamanda ruhsal aygıtın gelişimi için gerekli olan ilk duygulanımsal deneyimleri de içerir.
Bebeğin yaşadığı bu erken dönem deneyimler, psikanalitik kuramda “oral dönem” olarak tanımlanan evrede köklenir. Haz, doyum, güven, ayrılık, kayıp ve bağlanma gibi temel yaşantılar bu dönemde ilk kez şekillenmeye başlar.
Yeterince İyi Annelik Başlıyor
Bebeğin egosu henüz gelişmediğinden hem dış dünyadan gelen uyarımları hem de id'den kaynaklanan dürtülerini anlamlandırmakta ve bunlara uyum sağlamakta zorlanır. Hayatın ilk aylarında ruhsal aygıt henüz gelişmediği için, dürtüler daha çok bedensel dışavurumlarla ifade bulur. Bu nedenle ilk bir yıl boyunca anne, kendi ruhsal işleyişini bebeğin hizmetine sunar. Bu noktada, annenin kapsayıcı işlevi devreye girer. Anne, bebeğin ağlamalarına, huzursuzluklarına ya da huzurlu anlarına anlam verir; onun yerine ihtiyaçlarını adlandırır ve karşılar. Bu kapsama hali, bebeğin ihtiyaçlarının ne çok erken ne de çok geç olmaksızın, uygun bir zamanda giderilmesiyle mümkün olur.
Bebek için burada önemli olan, ağladığında da güldüğünde de orada olan; çökmeyen, geri çekilmeyen ya da misilleme yapmayan bir “annelik işlevi”dir. Annenin bu işlevi sayesinde bebek, adlandıramadığı içsel ve dışsal uyaranlardan korunur. Bu da temel güven duygusunun oluşumunu, ego gelişimini ve simgeleştirme kapasitesinin temellerini atar.
Bu dönemde Melanie Klein, bebeğin ruhsal işleyişinde iki önemli konumdan söz eder: şizoparanoid konum ve depresif konum. Bebeğin bu iki konumdan sırasıyla geçerek gelişiminde önemli ilerlemeler kaydettiğini söyler.
Peki bu konumlarda neler oluyor?
Doğumun ilk aylarında, anne-bebek ruhsallığı iç içedir. Anne tüm dikkatini bebeğe yönelttiğinden, bebek kendisini ve anneyi ayrışmamış bir bütün olarak deneyimler. Bu, bebeğin zihninde annenin ve kendi benliğinin aynı varlık olduğuna dair bir yanılsama yaratır.
Bebek, anneyle kurduğu ilişkiyi iki temel biçimde yaşamaya başlar:
İhtiyaçları uygun zamanda karşılandığında iyi nesne deneyimi,
Geç/erken ya da eksik/aşırı karşılandığında ise kötü nesne deneyimi.
Bu da bebeğin dünyayı, anneyi ve kendini parçalı — iyi ve kötü — olarak algılamasına neden olur. Ancak zamanla, annenin annelik işlevinin yanı sıra başka ilgi alanlarına doğal akış içinde yönelmesiyle birlikte, bebekte minik kırılmalar oluşur. Bu kırılmalar sayesinde bebek, annenin kendisinden ayrı bir birey olduğunu fark eder. Annesi hem ihtiyaçlarını karşılayan biri, hem de bazen onu hayal kırıklığına uğratan biridir. Bu fark ediş, bebeğin ambivalan (ikircikli) ilişkilere geçişinin başlangıcıdır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur: bebek elbette hayal kırıklığı deneyimleri yaşayacaktır. Önemli olan, anneyle ve dünyayla kurduğu "iyi" deneyimlerin "kötü"lerden fazla olmasıdır. Ancak bu şekilde “Annem hem iyi hem de kötü; hem onu seviyorum, hem de bazen bana zor geliyor” fikrini birlikte taşımayı öğrenir. Bu da kimlik ve nesne bütünlüğünün gelişimini mümkün kılar.
Ancak bu süreçte yaşanan olumsuz (annenin aşırı varlığı/aşırı yokluğu gibi.) deneyimlerin fazlalığı, bu bütünlüğün sağlıklı şekilde kurulmasını engelleyebilir. Böyle durumlarda birey, kendini, dünyayı ve başkalarını iyi-kötü, siyah-beyaz gibi uçlarda algılama eğiliminde olur. Bu da kendiliğin ve ötekilerin idealize edildiği ya da değersizleştirildiği ilişki biçimlerine; ya da içsel kötü nesnelerin dışarı atıldığı yansıtma gibi savunmalarla örülü ilişki kalıplarına zemin hazırlayarak ileriki dönemlerdeki zorlanmaların başlangıcını oluşturabilir.
Bir Uyarı!
Melanie Klein’ın bu yaklaşımı, kişilik yapılanmalarının oluşumunu çok erken bir dönemden ele aldığı için, anne-bebek ruhsallığını anlamak açısından oldukça kıymetlidir. Ancak aynı zamanda bu dönemde yaşanabilecek aksaklıkların telafisinin zor olabileceğine dair bir endişe de doğurabilir.
Oysa birçok kuramcı, farklı yaş dönemlerinde kurulan ilişkilenme biçimlerinin ruhsal gelişim açısından büyük önem taşıdığını ve ruhsallığın yaşam boyu değişim ve dönüşüme açık olduğunu vurgulamaktadır.
Unutulmamalıdır ki, ilişkisellik içinde hasar alan şey, yine ilişkisellik içinde tamir olur. Bu onarım; empatik, güvenilir ve sabit bir ötekiyle kurulan bir terapötik ilişki aracılığıyla olabileceği gibi, benzer şekilde iyileştirici nitelikteki deneyimlerin, olumsuz deneyimlerden daha fazla yaşanması yoluyla da mümkün hale gelebilir.
Bu nedenle erken dönem ilişkisel deneyimleri anlamak kadar sonradan gelen ilişki ve tamir olanaklarını da önemsemek, hem klinik, hem insani hem de ebeveynsel bir sorumluluktur.